Ramayana - En Eski Hint Destanı

En eski hint destanıdır. 24.000 beyit (şloka) ve 7 bölümdür (kanda)
Destandan not aldığım ve ilginç gelen kısımlar:

"... bu kralın sita adında bir kızı vardır. bu kız sıradan ölümlü değildir. çünkü kral, sabanla tarlayı sürerken, topraktan çıkmıştır..."

"...bu andan itibaren korkunç canavarlara karşı amansız mücadeleler verilir. öldürülenlerden ilki viradha adındaki insan yiyen devdir. sürgün ekibinin ravana'nın kızkardeşi şürpanakha ile karşılaşması ise yaşamsal önem taşıyan bir andır. bu dişi dev rama'ya aşık olur ve ona evlenme teklif eder. rama ise, ona, henüz evlenmemiş olan kardeşi lakshmana'yı önerir. lakshmana onu küçümseyerek reddeder.öfkeye kapılan dişi dev tam sita'yı yutmak üzereyken, lakshmana onun kulaklarını ve burnunu keser. şürpanakha inleyerek oradan kaçar ve kardeşi khara'ya gider. khare önce 14 sonra 14.000 rakshasa ile saldırır. fakat rame hepsini öldürür...
(y.n. hass. lan)

"...fakat rama hepsini öldürür. son olarak khara'nın da ölmesinden sonra şürpanakha, okyanusun ötesindeki efsanevi lanka adasına kaçar. öteki kardeşi on başlı dev ravana bu adanın kralıdır. onu rama'ya karşı kışkırtır ve öcünü almasını ister. aynı zamanda ona sita'nın olağanüstü güzelliğinden söz ederek, onu kaçırmak suretiyle karısı yapabileceğini de söyler. bunun üzerine ravana kalkar altından yapılmış arabasına biner; okyanusu geçerek karşı tarafta bir çileci gibi yaşamakta olan dostu iblis mariça ile buluşur. mariça'nın yardımıyla sita'yı koruyucularından ayırmayı ve sonra da kaçırmayı başarır. onu arabasına koyar ve havadan uçarak kaçırır.sita yüksek sesle yardım ister. daşaratha'nın eski bir dostu olan akbaba catayus, havadan uçarak gelir ve ravana'nın arabasına çarpar fakat ravana'yı engelleyemez. on başlı şeytan sita'ya tırnakları ile yapışarak, yoluna devam eder.havada sürüklendiği için sita'nın saçlarındaki çiçekler ve bacaklarındaki halhallar yere düşer..."

"... eğer ravana, rama'nın karısı sita'yı kaçıracaksa, artık bu dünyada adalete, gerçeğe, doğruluğa ve saflığa daha fazla yer verilmesin..." (ramayana iii, 52: 34-39)

Hanüman

(parantez içindekiler benim yorumlarım)

"... sugriva'nın (maymunların kralı) danışmanları arasında en akıllı olanı, rüzgar tanrısının oğlu hanüman'dır. sugriva ona çok güvenmektedir ve onu, sita'yı bulmakla görevlendirir. angada'nın komutasında büyük bir maymun ordusuyla, akıllı hanüman (yetenekli bay ripley gibi) güneye doğru yolculuğa çıkar. bir çok maceradan sonra (herkül dizisi gibi şerefsizim) akbaba catayus (şimdiki casus uydu, hani kızın kaçırıldığını görüp kaçıranın altın arabasına çarpıp havadaki yoldan çıkartamayan masum akbaba yaratığı) un kardeşi (pardon akbabanın kardeşiymiş) sempati ile karşılaşırlar. sempati onlara bir keresinde kardeşiyle birlikte, güneşe doğru yarış yaparken (deli mi mikti olm ya) kanatlarının nasıl yandığını anlatır. işte o gün bugündür vindhya tepelerinde çaresiz oturmaktadır. (bu akbaba hakkaten kuş beyinliymiş) bununla beraber sita'nın (esas kız) ravana (erol taş) tarafından nasıl kaçırılıp lanka'ya (sri lankadır kesin bu) götürüldüğünü görmüştür. (aha kızın yerini buldular.) onlara lanka'nın bulunduğu yeri tarif eder (tabi güneşe uçacak diye kanatları yanınca anca tarif eder salak) maymunlar okyanus kıyısına inerler. önlerinde uçsuz bucaksız denizi görünce üzüntüye kapılırlar (kesin üzüntüden birbirlerinin bitlerini yemişlerdir...

Hoplayıver Çekirge

"...bir toplantı yapıp kimin en uzun sıçrayışı yapacağı tartışılır (yok artık Air Jordan) görünen odur ki en uzun sıçrayan hanüman'dır (yetenekli bay ripley) hanüman, ... tepesinin üzerine çıkar ve sıçramaya hazırlanır hanüman öylesine güçlü bir sıçrayış yapar ki, ... tepesini kökünden sallar (civcivler de doysaydı keşke, aç bunlar viyaklar şimdi) ... göğe yükselerek okyanusu havadan geçer. çeşitli maceralar ve mucizelerle dolu dört günlük bir uçuştan sonra lanka'ya varır.
(hassktir lan, daha da okumuyorum, hollywood'a bok atıyorduk herkül, xena absürd falan diye)

"İnşaatçı Tanrı" ne lan!

"... rama ordusuna yürüyüş hazırlığı verir ve çok geçmeden heybetli mayun ordusu okyanus sahiline gelir ... rama okyanusu geçmekte yardım etmesi için okyanus tanrısına yalvarır. okyanus tanrısı da baş inşaatçı tanrı olan vişkarman'ın oğlu nala'yı çağırır ve ona, okyanusun üstüne bir köprü yapmasını söyler. maymunlar ağaçları ve kayaları sürükleyerek getirirler ve bir kaç gün içinde okyanusun üzerine bir köprü kurulur. bütün ordu bu köprüden geçerek lanka'ya ulaşır..."

Bir dağın sırtında dağ varmış gibi

"... savaşın bir anında rama ve laksmana çok tehlikeli yaralarınırlar, hanüman (hani şu zıplayınca 4 gün havada kalabilen insan hayvanı kişisi her ne haltsa işte) kailasa dağına uçar ve oradan insanları iyileştirmeye yarayan bitkiyi arar ama bulamaz. hanüman dağı olduğu gibi kaldırır ve onu savaş alanına getirir. şifalı bitkilerin kokuları etrafa yayılır yayılmaz rama, laksmana ve diğer yaralılar anında iyileşirler. daha sonra hanüman, dağı götürüp tekrar yerine koyar..."
(Yazar Notu: bunu gören türkler, lan biz dapı eritip ergenekondan çıktık, bunu niye düşünemedik der. yok canım daha neler! destan değil yüzüklerin efendisi mübarek)

Rama'nın Öküzlüğü

rama'nın öküzün önde gideni olduğunu aşağıdaki beyitleri okuduğumuzda öğrendik. savaşıp, okyanusu aşmak ve düşmanın defalarca koparttığı kellesinin yeniden çıkması üzerine tanrılardan yardım alıp, düşmanını yendikten sonra karısı sita'yı kurtardığında yaptıklarına bakalım:
"... savaşı kazanıp karısını kurtardıktan sonra tüm maymun ordusunun gözü önünde karısı sita'yı reddeder... zira başka bir erkeğin kucağına oturmuş (evet aynen bu kelime geçiyor destanda) ve kendisine şehvetli gözlerle bakılmış bir kadını eş olarak kabul edemezdi ... bunun üzerine sita kendisini yakmaları için ateş hazırlanmasını ister ... rama bunu kabul eder ... sita kendini alevlere bırakır, o sırada tanrı agni ortaya çıkar ve sita'yı yarasız beresiz ateşten alır ... rama aslında kendisinin sita'nın saflığına inandığını ama halkın gözünde bunun kanıtlanması gerektiği için böyle bir deneye izin verdiğini söyler (sittir pezebenk) ..."
geri dönerler ve aynen şu cümleler geçiyor "... halk, düşmanın kucağına oturmuş olan kadının geri gelmesini hoş karşılamamaktadır..."

işte rama'nın öküzlükte tavan yaptığı an, kendisini ateşe atmasına izin verdiği karısını şimdi de başından atıyor:
"...rama buna çok üzülür... ülkedeki kadınların ahlakı bozulmasın diye kardeşine emir verip karısını ormana götürmesini ister... sita kaderine razı olur ve gider ... sita ormana gidince ikiz çocukları olur ... aradan yıllar geçer çocuklar büyür ... "

final sahnesi çok geyik olmuş çünkü karısını reddeden ateşe atılmasına göz yuman, aşağılayan adam ne kadar basit bir şekilde onun saflığına inanıyor. aynen kelimesi kelimesine:
"...çocuklar (bir törende) ramayana'yı (destanın sonunda kendi reklamlarını da yapmışlar) ezbere okurlar. çok geçmeden rama eseri ezbere okuyan çocukların, sita'nın ve kendisinin oğulları olduğunu anlar. (lan kadın kendini ateşe attı inanmadın, çocuklar ezbere destan okudu diye mi inandın, yok artık ali sami) ... rama, sita'nın gelip yemin ederek, kendisini temize çıkartmasını ister. derken tüm tanrılar cennetten çıkıp gelirler. ancak sita, kederli bakışlarla, ellerini birbirine kavuşturarak der ki: "toprak ana beni bağrına bassın ki rama'dan baskasını hiç düşünmedim. toprak ana beni bağrına bassın ki işimde ve sözümde rama'yı bir kez eksik etmedim... doğru söylüyorum." ... sita'nın yemini bittiğinde toprağın üstüne, işlemeli göksel bir taht çıkar. toprak tanrıçası üzerinde oturur durumda sita'yı kucaklayarak yerin derinliklerine doğru gider. rama toprak ana'ya, sita'yı geri vermesi için çok yalvarır ama boşunadır. tanrı brahma ortaya çıkarak ancak cennette birlikte olabileceklerini söyler. rama tacını ve tahtını çocuklarına bırakarak cennete gider..."

şaka ya da üzerinde oynanmış değil, cidden yukarıdaki gibi bitiyor destan, şimdi ilk okumada işte seven kalpler birleşmişler falan gibi bir son var gibi gibi gibi gibi gözüküyor ama aslında dikkat edilirse şu ortaya çıkıyor:
"sita diyor ki: yalanım varsa toprak yutsun beni ve toprak yutuyor, yani demekki adamın kucağına oturmuş, demek ki rama öküzü ilk defa haklıymış"
- bitti -

ORTAÇAĞ - Üzengi ve Barut

Çağ sınıflandırmaları İspanya'nın en batı ucu ile İstanbul arasında meydana gelen olaylara dayanmaktadır. Çünkü şu an dünyanın yöneticisi olan batı medeniyetidir ve doğal olarak kendi tarihlerini okutma hakkın sahip batının ortaçağıdır. (Hala ortaçağda olanlar olduğu düşünülürse her coğrafyanın ilkçağı, ortaçağı ayrıdır.)

Kitaplarda şöyle geçer:
"Kavimler göçü ile başlayan ve istanbul'un fethi ile sona eren çağdır."
Aslında şöyledir:
"Bir aletin kullanılmaya başlaması ile başlayıp, bir teknolojik buluşun Avrupa'da kullanılması ile sona ermiştir."

Kavimler göçü ile başlayan olayları hepimiz az buçuk okul kitaplarından hatırlarız ama unutmayın ki kavimleri göç etmek için de arkadan bir ittiren vardır. Orta asya'dan bir ittirme başlamıştır, avrupa etnik yapısının neredeyse bugünkü şekline gelmesini sağlayan bir ittirme söz konusudur.
Milliyetçi ağızdan söylersek "Türklerin", tarihçi ağızdan söylersek "Hunların" ittirmesiyle, Tuna Nehrinin batısındaki (sonu got'la biten) kavimler, otobüsün arkasına doğru ilerlemişlerdir. Bu da işte yeni bir çağın başlangıcıdır. Roma İmparatorluğunun ikiye ayrılması madalyonun ön yüzüdür. Arka yüze bakarsak; burada bazı sorular sormamız lazım kendimize:

Soru: Orta asya'dan gelen kavimler (Türkler) nasıl diğer kavimleri ittirebilmişlerdir?
Cevap: Mücadelelerde, savaşlarda galip geldikleri için.

Soru: Peki neden savaşlarda galip gelmişlerdir?
(O zaman müslüman da değillerdi, iman gücü olmadan nasıl yeniyorlardı? :)
Cevap: Çok iyi at binicileriydiler ve kodumu oturtabiliyorlardı. Kılıçla daha dengeli bir biçimde ve daha kuvvetli vurabiliyorlardı. Ayrıca at üstünde geriye dönüp ok atabiliyorlardı.

Soru: Ee peki gavurların (-ki o zaman daha gavur denmiyordu onlar için) eli armut mu topluyordu? onlar vuramıyorlar mıydı?
Cevap: Onlar da vuruyorlardı ama onların vuruşları daha dengesizdi. Çoğu zaman kılıç sallayıp attan düşüyorlardı. Bu sebeple at kullanmayı pek istemiyorlardı. Piyade savaşını tercih ediyorlardı. İyi savaşçı atsız savaşçı demekti.

Soru: Nasıl yani ya, herkes bilir ki atlı savaşçı her zaman üstündür. Bunu akıl edememişler miydi?
Cevap: Hayır. Atlı savaşçı, eğer üzengi kullanıyorsa üstündür. Üzengi kullandığında atlı savaşçıdır. Eğer üzengi kullanmıyorsa boğanın sırtına binmiş insandan farkı yoktur.

Soru: Üzengi nedir? ve nasıl bu kadar fark yaratabilir?
Cevap: Üzengi atın üzerinde iken ayaklarınızı koyabildiğiniz yere denir. Eyer oturduğunuz yerdir, oturursunuz ve ayaklarınızı üzengiye koyarsınız. Üzengiye sağlam basıp at üstünde dikilebilirsiniz ve vücut ağırlığınızı kullanarak daha kuvvetli vuruşlar yapabilirsiniz. Şöyle düşünün: Otururken elinizde bir sopa ile duvara vurun, bir de ayakta iken bir sopa ile duvara vurun. Hangisi ile daha güçlü bir vuruş yapabiliyorsunuz? Tabi ki ayakta iken. Çünkü böylece sadece kolunuzdaki kuvveti değil vücudunuzun ağırlığını da katarak vuruş yapabiliyorsunuz. Aynı şekilde ayaklarınızı sağlam bir yere koyup at üstünde geri dönebilirsiniz ve ok atabilirsiniz ama eğer ayaklarınızı bir yere basmıyorsanız at üstünde geri dönmeyi düşünmeyin. Zira attan düşmek arkadaşlarınız için espri konusu olabilir. (Kavimler göçü döneminde attan düşerseniz yani yerde iseniz hayatta kalmanızın zaten hiç bir şansı yoktur.)

Soru: Peki o dönem Avrupa kavimleri neden üzengi kullanmıyorlardı?
Cevap: Çünkü bilmiyorlardı. Şimdiki gibi bir buluş bir yerden başka bir yere anında değil yüzlerce yılda ulaşıyordu. Aynı barutun ve kağıdın Avrupaya geç ulaşması gibi. Hunlar üzengi üzerinde dönemin en güçlü savaşçı grubu idi. Avrupalılar ise her çatışmada-çarpışmada kayıp veriyorlardı ve Avrupanın batısına doğru göç etmeye başladılar.

İşte kavimler göçü, üzengi kullanan ve bu sayede üstün olan hunların diğer kavimleri çatışa çatışa ittirmesi ile başlamıştır ve kavimler göçü Ortaçağ'ın başlangıcı olarak kabul edilir.

Ortaçağ'ın karakteristik özelliği:
Kavimler göçü ile birlikte göç eden kavimler de üzengi kullanmayı öğrenmişlerdir. Zaten ittirmenin de bir yerde durmasının sebebi budur. Onlar da üzengi kullanmaya başlayınca pek ittirilemez olmuşlardır. Aynı zamanda insan kayıplarını en aza indirmek için zırh da kullanmaya başlamışlardır. Zırh giymiş ve ata binen bir savaşçı dönemin en büyük askeri silahıdır. (Şimdiki çelik yelek giymiş ve gece görüş dürbünü olan bir asker gibi düşünün. Eğer yeter sayıda çelik yeleğiniz ve geçe görüş dürbününüz varsa sadece gündüzleri değil geceleri de savaşabilirsiniz, bu da fark yaratır)

İşte bu çağı silahına da herkes sahip olmak istiyordu. ee bu dışarıdan ithal edilemeyecek bir silah olmadığı için kendilerinin üretmesi gerekiyordu. önceden şöyle idi. (örnekle açıklayalım. o zaman kavimler vardı ama biz krallıkmış gibi açıklayalım zira kavimler böyle krallık oldu) bir kral vardı ve köyler vardı. kralın ordusu vardı. o kadar. ama yeni dönemde bu tek bir merkezden idare edilemeyecek bir işti. zira kral sadece çok etkin olduğu bölgede vergi toplayabiliyor ve asker yetiştirebiliyordu. bu sefer yeni bir yönetim şekli geliştirildi. istanbul'un parsel parsel satılması gibi krallık da parsel parsel vassal'lara verildi. vassal'ın tek amacı kral'a verdiği askeri güç destağini sağlamak ve yaya yaya kıçının üzerine oturmaktı. çünküüüüüü yeni askeri güce sahip olmak istiyorsanız gerekenler:
1) eti budu kuvvetli, kılıç kullanmakta yetenekli, iyi beslenmiş bir insan
2) askerin silahları, kılıç ve zırhı, atının zırhı ve eyeri, üzengisi
3) madde 1 ve 2 de sayılan büyük ağırlıyı taşıyabilecek güçlü kuvvetli bir at

bu da kral için kendi topladıkları ile yapamayacağı bir şeydir ama eğer ülkeyi küçük parçalara ayırırsa yerinden yönetimle istediğini daha kolay elde edebilir (dinsizin hakkından imansız gelir mantığı) hatta bu vassallar soylu insanlardır (kral soylu derse soylusundur)

işte böyle başladı hikaye... vassallar kendisine bağlı köylere sahipti, bir de önce malikane, sonra kale yaptırdılar kendilerine, kalede köylü kölelerini sömürerek asker ve at sahibi oldular. kral çağırdığında da savaşa gittiler. bazıları gitmedi, bazıları gitti, bazıları kralın yanında gitmeyenlere karşı savaştı, bazıları krala karşı savaştı. bazıları bağımsızlık ilan etti v.s. yani braveheart - cesur yürek filminde izledikleriniz oldu.

bir dönem geldi ki vassal'lar krala değil, kral vassal'a mecbur olmaya başladı. bunun sebebi de atlı savaşçı çok iyidir ama yüksek duvarları aşamaz. yüksek duvarlı ve iyi korunan bir kaleye sahipseniz sittin sene kral sizi yerinizden edemez. mancınık falan da hikaye, taşla taş yıkmak ancak dokuz taş oynarken üstüste dizilen daşlar varsa mümkündür. iyi örülmüş bir duvarı mancınıkla yıkmak neredeyse imkansızdır. (zaten ondan hep kapıya saldırırlar ya) böylece vassallar krala karşı kuvvetlendiler. ama kral hırs yaptı, 'ulan gün gelecek hepinizi o taş duvarların altına gömecem şerefsizim' dedi.

ortaçağ'ın sona ermesi
nasıl ki bir yenilik ortaçağ'ı başlattıysa yine yeni bir teknolojik buluş ortaçağ'ın sona ermesini sağladı. bu yeni teknoloji ise barut'tur. ha barutu avrupalılar mı buldu? hayır. yeni bir şey miyid? hayır. çin'de çok çok daha önce bulunmuştu ve kullanılıyordu. ama avrupalılar da bunu öğrendiler ve kullanmaya başladılar.
dediğimiz gibi kral vassallara karşı zaten ateş gibiydi. barut kullanılmaya başlayınca da vassal massal komadı. taş duvarlar barut karşısında bir hiçtiler ve yıkıldılar. vassalların devri sona eriyordu. bu barut kullanılarak taş gülleler çok büyük ivmelerle fırlatılabiliyordu. mancınığın attığı taş dönmeden dümdüz gider ve bir yere çarpar. çarptığı yerin direncinden daha yüksek bir hızla çarparsa yıkar, çarpamazsa yıkamaz. ama top namlusu ile ivme ve yön verilmiş bir taş, barutun verdiği muazzam itme kuvvetiyle mancınığın attığı taştan neredeyse 10-15 kat hızlı bir güçle ilerler ve çarptığı noktanın direncinden genelde daha yüksektir ve yıkar ya da yıpratır. iyi örülmüş duvarlar bile arka arkaya atılan güllelere dayanamaz ve yıkılır. işte vassalları da yıkan budur.

ha bu okulda öğretilen ve kafamızı hollywood'a yönelik düşünmemizi sağlayan madalyonun bir yüzüdür. asıl yukarıda anlatılan fiziksel olayların kullanıldığı en büyük olay istanbul'un fethi dir. çünkü kral-vassal gibi düşünmeyin saldıranlar-savunmacılar düşüncesinde istanbul surlarının top atışları karşısında dayanamaması yatırımların yönünü ve kafaları değiştirmiştir. zira baruttan sonra artık arkasına saklanabilecek bir şey yoktur. işte asıl ortaçağ'ı bitiren barut'un keşfi ve askeri, ekonomik ve sosyal düzenin değişmesidir.

Kadeş Savaşı ve Kadeş Antlaşması

Kadeş Savaşı Milattan Önce 1296 yılında olmuştur ve mücadele ve küçük çaplı savaşlar M.Ö. 1280 (1278) yılına kadar yaklaşık 17 sene sürmüştür. M.Ö. 1280 yılında Kadeş Antlaşması imzalanmıştır. Savaşan ve sonunda antlaşma imzalayan devletler Hitit ve Mısır idi.
Şimdi hikayeye en baştan başlayalım Milattan Önce 2.000'li yıllarda Anadolu'da Hitit Devleti, Mezapotamya'da Babil ve Asur Devletleri, Mısır'da ise Eski Mısır Sülaleleri yaşıyordu. Bu dönemde en güçlü devletler Mısır ve sonrasında Hitit idi.
Özellikle mezopotamya ovası sidik mücadelelerine (buradaki sidik tarihi bir isim değil, bildiğin sidik) sahne oluyordu.

-- Savaş Öncesi Hitit --
Hitit kralı Şuppiluliuma tahta çıktığında çevredeki en kuvvetli devlet Mısır'dı. Şuppiluliuma Mısır'dan tırstığı için Mısır'a saldırmamaya özen gösteriyordu. Mısırdaki dini karışıklıktan yararlanarak Mitanni devletine saldırarak tüm şehirleri ele geçirdi ve gücüne güç kattı.

-- Savaş Öncesi Mısır --
Neferkheperure Amenhotep yani IV. Amenofis, kendi ilan ettiği yeni dini Atonizm ile meşguldü. IV. Amenofis çok tanrılı (Ra, Maat, Hathor, İsis, Nephthys, Set, Thoth) din yerine tek tanrılı (aton) dini yaymak için çalışmıştır. amon rahipleri tarafından zehirlenerek öldürülmüştür. IV. Amenofis'e Akhenaton da denir. Yani Aton'un hizmetkarı.

Tarihçi Ernst Gombrich şöyle yazıyor:
"...Eski geleneğin kutsadığı birçok alışkanlığı kaldırıp, halkının, garip bir biçimde betimlenmiş sayısız tanrısına saygı göstermek istemedi. Onun için tek bir yüce tanrı vardı, o da Aton'du. Aton'a taptı ve onu güneş biçiminde imgeleştirtti. Öteki tanrıların rahiplerinin etkisinden korunmak için, sarayını bugünkü El-Amarna'ya taşıdı..."

IV. Amenofis'in (Akhenaton) ailesini hepimiz ismen de olsa tanıyoruz. Karısının ismi Nefertiti, 8 yaşında tahta geçip 18 yaşında ölen ve soyun tamamen kurumasına sebep olan oğlunun ismi ise Tutankhamon. Kızının adı ise Ankheseenpaton (Ankhesenamun). Sülale yok olunca da kurmaya çalıştığı din ve El-Amarna şehri yok edildi. İşte Mısır'ın dini konular yüzünden kafasını kaşıyacak ve etraf ile ilgilenecek vakti yoktu.

-- Gizemli Mektup --
Hitit kralı Şuppiluliuma Mitanni'lerin anasını ağlattıktan ve IV. Amenofis (Akhenaton) öldürüldükten sonra Şuppiluliuma'ya Dahamunzu imzasıyla bir mektu gelir. Dahamunzu (Mısır dilindeki Hemet Nasu yani Kralık Karısı kelimesinin Hititçe versiyonu) şöyle der:
"Kocam öldü. Bir oğlum da yoktur. Senin ise bir çok oğlun olduğunu söylüyorlar. Eğer sen, oğullarından birini bana verirsen, o, kocam olabilir. Hiçbir surette bir kölemi alıp kocam yapmak istemem! .. Korkuyorum!"

Bu mektubu kimin yazdığı kesin olarak bilinmemekle birlikte bir görüş IV. Amenofis'in (Akhenaton) karısı Nefertiti olduğunu, bir görüş de IV. Amenofis'in (Akhenaton) kızı Ankheseenpaton (Ankhesenamun) olduğunu ileri sürer. (Ankhesenamun da Başvezir Horemheb'den tırsıyor gerçi abla haklıymış çünkü Horemheb tahta geçince başta Atonizm dini olmak üzere olmak üzere sülalesini yeryüzünden siliyor.)

Yerin kulağı var. Şuppiluliuma'nın da kulağı var. Şuppiluliuma yer mi? Yemez tabi ki.
Şuppiluliuma mektubu okuyunca şöyle der:
"Hayatımda şimdiye kadar başıma böyle bir şey gelmedi." (mabeyini Hattuşaziti'ye dönerek) "Git, doğru sözü sen bana getir. Belki onlar beni aldatıyorlar. Belki efendilerinin bir oğlu vardır."
Hattuşaziti hemen yola çıkar ve durumun gerçekten bu şekilde olduğunu öğrenip geri döner. Fakat yanında Dahamunzu imzalı ikinci bir mektup daha vardır. Mektupta şöyle yazar:

"Niçin böyle dedin? Beni aldatıyorlar, eğer bir oğlum olsaydı, kendim ve ülkemin küçülmesini ister, diğer bir ülkeye yazar mıydım? Sen bana inanmadın ve bana öyle dedin... Ben başka hiç bir ülkeye yazmadım, yalnız sana yazdım, senin oğullarının çok olduğunu söylüyorlar, bana oğullarından birini ver, bana koca, Mısır'a da kral olsun".

Bu mektubun üzerine Şuppiluliuma, Zannanza isimli prensini Mısır'a yollar. Bu sırada mektupları haber alan Mısır derin devleti Başvezir Horemheb'in hain planıyla Zannanza'yı yolda pusu kurup öldürtüyor.

Buna sinirlenen Şuppiluliuma Mısır'a bir intikam seferi düzenler ve Mısır topraklarına girip Amka memleketini yağmalar.

-- Savaşa Doğru --
Bundan sonraki süreçte Şuppiluliuma, oğlu II.Mürşili ve onun da oğlu Muvattali Kuzey Lübnan ve Şam'a kadar olan bölgeyi hakimiyeti altına alıp Mısırlıları gıcık etmişlerdir.

Mısır o sırada eski firavunun soyunu ve Atonizmi temizlemekle meşguldür. Bu meşguliyetten I. Sethos zamanında çıkılmıştır. I Sethos ülkeyi güçlendirerek Kuzey Suriye taraflarına seferler düzenlemiştir. II. Sethos'tan sonra ülkenin başına oğlu II. Ramses geçmiştir.
II. Ramses kim mi? Kesin olmamakla birlikte İsrailoğullarını (bildiğin Yahudi) Mısır'dan kovan Firavun. İslam tarihine göre Hz.Musa İsrailoğulları ile Mısır'dan vadedilen topraklara giderken takip eden ve Kızıldenizin sularında boğulan firavun. 1302 de doğdu ve 1213'de ölene kadar tahtta kaldı.

Eşit güce gelen bu iki ülkenin Suriye üzerindeki kovalamacaları büyük bir savaşı kaçınılmaz hale getirmiştir vee...

-- Kadeş Savaşı -- Hitit kralı Muvattali ve II.Ramses birbirlerine doğru ordularını harekete geçirdiler. Mısır kaynaklarına göre Hitit ordusunda 17.000 (8 bin öncü 9 bin artçı) asker ve 4.500 savaş arabası vardır. (o zamanın tankı) Mısır kaynakları Mısır ordusunun sayısı hakkında bilgi vermemektedir ama 20.000 piyade 2.000 atlı savaş arabası olduğu varsayılmaktadır.
Mısır ordusu 4 kolordu idi. Bunların adı Amon (ana ordu) Ra, Ptah ve Sutekh idi. Sankim II.Ramses tek tanrı dinini getirmeye çalışıp tarih sahnesinden silinen IV. Amenofis'e (Akhenaton) inat olsun diye Mısır Tanrılarının isimlerini kolordularına vermişti.
(Resim: II.Ramses Kadeş Savaşında)
Neyse sürekli doğru-yanlış istihbaratlar ile ordular uygun bir yerde karşılaşmayı beklerken Muvattili ordusuyla Kadeş'in doğusunda iken II.Ramses'in en öndeki Amon ordusu Kadeş'in batısından Muvattili'nin ordusunun arkasına geçmişti. Fakat bu bilinçli bir hamle değildi. Hatta II.Ramses hamleyi bayağı bir geç farketmiştir. İki taraf arasında sıkışan Hitit ordusu cansiperane bir savaş vermiştir.
Mısır kaynakları Hititlilerin hepsinin kılıştan geçirildiğini yazar. Fakat kendileri de çok büyük kayıp vermişlerdir.
Savaşın sonucu tam olarak bilinmemektedir. Bir görüşe göre savaştan sonra savaşın sebebi olan Amurru krallığının Hititlerde kalması Hititlerin kazandığını gösterir. Fakat bu savaştan sonra mücadele ve küçük çaplı savaşların Kadeş Antlaşması yapılan M.Ö. 1280 (1278) yılına kadar sürmesi belki de iki tarafında yenişemediğini gösterir.

(Resim: Kadeş Savaşı)
-- Kadeş Antlaşması --
Kadeş Antlaşması, Kadeş Savaşı ve davam eden mücadelenin 16-18 yıl arasında sürmesinden sonra Milattan Önce 1280-1278 yıllarında imzalanmıştır.
Anlaşmanın imzalanmasının en büyük sebeplerinden biri Hitit-Mısır çekişmesinden faydalanan Asur'luların Mitanni Devleti'nin büyük kısmını ele geçirmesi ve her iki ülke için de tehdit haline gelmesidir.
Bu sırada Kadeş Savaşı'na katılan Hitit Kralı'nın yerine oğlu Urhi Teşup geçmiş, o da tahttan indirilerek yerine III. Hattuşuli geçmiştir.
Yaklaşan tehlikeyi ayıkan III.Hattuşili II.Ramses'e haber göndererek barış yapmak istediğini bildirmiş ve bu teklif II.Ramses tarafından kabul edilmiştir.
Antlaşma İki Gümüş tablette hazırlanmış ve taraflar Antlaşmayı birbirlerine göndermişlerdir.
Şu ana kadar Antlaşmalar bulunamamıştır fakat kil tablet kopyaları Boğazköy kazılarında bulunmuştur.
antlaşma ile ilgili bir kaç diyalog: (tırnak içindeki ifadeler gerçektir)

---------------------------
II.Ramsey says: "Kardeşim için gümüş tablet hazırlattım ve ona gönderdim, sen de gümüş tableti hazırlat ve bana gönder. Onları Hatti Ülkesinin tanrıları ile Mısır ülkesi tarılarının önüne koyalım."
III.Hattuşili says: Okeyto babiş
---------------------------
King of the Mira: bıdı bıdı III.Hattuşaş'ı indireceğim
II.Ramsey says: "Biz biraderimle yemin ettik, ben ona karşı sana yardım edemem."
King of the Mira: Konuşmadan ayrıldı.
II.Ramsey says: a.k.
---------------------------
Kadaşman-Enlil: bıdı bıdı bugün elini versene
III.Hattuşili says: "Mısır kralı ve ben kardeş olduk ve şu kararı verdik: Biz kardeşiz ve bunun için bir düşmana karşı müştereken savaşacağız ve bir dosta karşı da müştereken dost olacağız demektir."
---------------------------

Antlaşma sonucu Kuzey Suriye'ye Hitit hakim olmuştur. Mısır bu antlaşmadan çok kısa bir süre sonra yeni gelen bir Hint Avrupa akını ile önce sömürgelerini kaybedecek sonra da tarih sahnesinden silinecektir.

Antlaşmanın kil kopyası Boğazkale (Hattuşaş) kazılarında bulunmuştur. Şu an İstanbul Arkeoloji Müzesindedir.
Merak edenler Gülhane Parkı kapısından girip, Gülhane içine girmeden sağdan yokuşu yukarı doğru takip edip İstanbul Arkeoloji Müzesine gidebilirler. Kapıdaki Bekçi Süleyman abiye "II.Ramses ve III.Hattuşili tarafından imzalanan Kadeş Antlaşmasının kil kopyasını görmek istiyorum" diyin o size gösterir.